Henüz 15’i ne bile basmamış körpecik bir fidan daha.
Annesinin kınalı kuzum diye kokusuna doyamadığı, ona bakarken kaderi bana benzemesin diye korkarak dualar ettiği, çocukluğunu yaşayamadan kendini bir anda koca evinde bulan Selvi..
Üç kızın en büyüğüydü, ablaydı Selvi.
Babaları bütün gün kahvede boş boş oturan, üç evladını da sırf kız oldukları için insan yerine koymayan, tarlada çalıştırıp evin geçimini bir anne ve üç kızın üzerine yıkan bir adamdı.
Adamdı derken yanlış anlaşılmasın.
Kendini kadına el kaldırıp şiddet göstererek üstünlük taslamaya çalışan, kızlarını bile bile cahil kalsınlar ses çıkarmasınlar diye okula göndermeyen benim gözümde zihniyeti beş para etmez bir şahıs.
Selvi babasının sözde başlık parasıyla tıpkı bir ticari varlık gibi satılıp babasından da büyük bir adama zorla, fikri bile sorulmadan gelin verildi.
Baba aldığı üç beş kuruşa tamah ederek sevinirken, anne çaresizliğinden ve cahilliğinden Selvi’sinin bir çocuk olduğunu unutarak zengin kapıya gelin oldu bu sefaletten ve baba dayağından kurtuldu diye sevindi.
Sonra ne mi oldu?
Selvi babasından büyük bir adama sözde eş oldu.
Ne dayaktan kurtuldu ne baskıdan.
Aksine baba evini bile arar oldu.
Üstelik eşi onu dışarıya ayak bile basmasına engel oldu.
Tam 35 yıl ne gökyüzünü görebildi ne havayı doya doya içine çekebildi.
Dört duvar arasında baskıyla geçen 35 yıl..
Adamın ölen eşinden olma büyüğü kendiyle yaşıt iki kızıyla arkadaş olup onlardan okuma yazma öğrenerek ve onların desteği sayesinde hayata tutunmaya çalışıp kendini avuttu.
Kocasına iki erkek evlat verip kendini onlara adadı.
Ama bu adanmışlık sadece evin dört duvarı içindeydi.
Bütün ömrü kocasının dayakları ve baskısıyla geçti.
Ta ki kocası ölüp bir evladını toprağa verip diğer evladı evlenip yuva kurana kadar..
Yaşadıklarının ruhunda yapmış olduğu bu baskılar o kadar ağır geldi ki üzerine titrediği evladının cenazesine bile katılamadı.
Korkuyordu hayattan.
Çocukluğu, gençliği, hevesleri çalınmış elinden alınmıştı.
Oğlunun sayesinde bir psikiyatrdan destek alarak yürümeyi yeni öğrenen bir çocuk gibi hayata yeniden başlangıç yapmak için savaşacaktı Selvi.
Ömrünün geri kalanında ben de varım diyebilmek için..
Bu gerçekten yaşanmış ve insanın içini burkan hikaye çok etkiledi beni.
İzleyenler bilir “Kırmızı Oda” adlı programdan.
Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitaplarından uyarlanan gerçekten yaşanmış toplumumuzda maalesef hâlâ var olan, bizim TV de film gibi ilgiyle izlediğimiz bu hikayeleri yaşayan o kadar çok insan var ki hepsi de toplumumuzun kanayan yaraları, sessiz çığlıkları..
Bir kız annesi olarak bu çocuk gelin hikayelerini gördükçe geriliyorum ve üzülüyorum.
Üstelik toplumda hala var olduğunu bilmek çok üzücü ve düşündürücü.
Bilhassa kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin arttığı bu dönemlerde hiç düşünüyor muyuz neden hala çocuk gelin vakaları devam ediyor diye?
Çocuk yaşta kızların evliliğe itilmesinin yoksulluk, toplumsal cinsiyet algısı, töreler, yasal yetersizlik, savaşlar gibi pek çok nedeni olsa da bana göre en büyük neden eğitim eksikliğidir.
Bu eksikliğin verdiği cahillik toplumu bir çok alanda geri bıraktığı gibi bir insanı dünyaya getiren ona ilk eğitimini veren, hayata hazırlayan kadını yok saymasına neden oluyor.
Kadını yok sayan cahil bırakan ve ezen toplumlar hiç bir zaman bir adım ilerleyemezler.(!)
Erkek egemenliğine dayalı kadının ikinci planda kaldığı ataerkil toplumlara baktığımız zaman çocuk gelin vakalarının daha çok olduğunu görmekteyiz.
Çünkü bu toplumlarda erkek hep üstündür ve kız çocuklarına “ kızını dövmeyen dizini döver “ mantığıyla yaklaşılır.
Toplum baskısı kız çocuklarına hep susmayı öğretir.
Kaderine razı ol dedirtir.
Özgürlüğü seçen kızlar ya tüm imkanları zorlar okur kurtarır geleceğini ya da ailenin seçtiği bir adayla evlenip kurtulayım der.
Maalesef ikinci söylediğim şık daha çok tercih edilendir.
Çünkü kadını eğitilmemiş bir toplumda anne kızına “oku kızım ayaklarının üzerinde dur” diyemez “evlen kurtar bu evden kendini “deyip kaderinin zincirini kızına bağlar.
Nasıl ki şiddet şiddeti doğuruyorsa cahillikte cahilliği doğurur.
Dünyada 700 milyondan fazla çocuk gelin olduğunu biliyor muydunuz?
Üstelik bu çocukların 250 milyonu 15 yaşın altında.
Çocuk evliliklerinin en yüksek oranı %42 ile Güney Asya’da Bangladeş’teyken 15 yaş altı evlilikte de dünya birincisi ülke Hindistan’dır.
Ayrıca Nijer, Çad ve Afrika ülkelerinin birçoğu da bunları izlemektedir.
Maalesef Türkiye ‘de de çocuk gelin vakaları dünya ortalamasının üzerindedir.
Bakıldığında özellikle toplumun kırsal kesimlerinde çok görülen çocuk gelinler eğitimin önemini bir kez daha vurgulatıyorlar.
Artık kadınlar olarak biz bu toplumda çocuk gelinler istemiyoruz, kadına şiddet uygulansın istemiyoruz, kadın cinayetleri istemiyoruz, hayatlar kader deyip sönsün istemiyoruz.
Toplumda sağlam temeller atmak için kendi ayaklarının üzerinde duran güçlü ve özgür kadınlar istiyoruz.
Eğitim hakkı istiyoruz.
Aydınlık yarınlar için..
Güçlü toplumlar için..
Saygılarımla